Büyük Konstantin (I. Constantinus)’in İstanbul’u Roma İmparatorluğu’nun başkenti ilan etmesinin ardından inşa ettirdiği Hipodrom, bugün Sultanahmet Meydanı olarak andığımız alanda bulunmaktaydı. Meydanda gördüğümüz dikilitaş ve sütunlar da Hipodrom’un ortasında ayırma seti olarak bulunan “spina” denilen bölümün üzerinde bulunan anıtlardan geriye kalanlardır. Spinanın üzerine süs amacıyla konulmuş bir çok eserin daha olduğu bilinse de günümüze sadece Dikilitaş, Yılanlı Sütun ve Örme Sütun gelebilmiştir. Meydanın dibinde, kesme taşlardan örülerek yükselen 32 metrelik Örme Sütun spinanın en ucunda bulunan ve yarış atlarının dönüş noktası olan eserdi. Her ne kadar sütunun İmparator VII. Konstantin (Constantinus VII Porphyrogenitus) (921-959) zamanında dikilmiş olduğu kanısı yaygınsa da ve bu yüzden sütun Konstantin Sütunu olarak anılsa da, aslında çok daha eski tarihlerde muhtemelen Büyük Konstantin veya I. Theodosius döneminde inşa edildiği, VII. Konstantin zamanında ise sadece onarım gördüğü düşünülmektedir. Sütunun mermer kaidesinde bulunan yazıt da bu görüşün doğruluğunu göstermektedir. Altı mısralık Grekçe yazıtta; “Bu dört köşeli heybetli ve harika anıt, zamanla harap olmuşken, şimdi imparator Konstantin ile devletin şanı olan oğlu Romanos tarafından önceki görüntüsüne nispetle daha iyi duruma getirildi. Rodos Kolosu harikulade idi, bu bronz anıt ise hayranlık yaratmaktadır.” denilmektedir. Sütunun üstünü kaplayan pirinç levhalar ve tepesinde bulunan tunç küre 1204’te şehri işgal eden Latinler tarafından Hipodrom’daki pek çok heykel ve süslemeler gibi sökülerek sikke yapımında kullanılmıştır. Sütunun inşa tarihi konusunda fikir ayrılığı bulunsa da bu levhaların VII. Konstantin dönemine ait olduğu konusunda uzlaşı vardır zira, sütunun mermer kaidesi üzerindeki yazıttan da VII. Konstantin zamanında onarım gördüğü ve levhalarla kaplandığı anlaşılmaktadır. Bu levhaların üzerinde VII. Konstantin’in babası I. Basileios (Basilius I Macedonius)’un savaştaki başarılarını tasvir eden kabartmalar bulunmaktaydı. Prinç levhaların, güneş ışığı vurduğunda altın gibi parladığından bahsedilir, herhalde bundan olsa gerek işgalci Latin askerlerinin levhaları altın sandıkları için söktükleri bugüne dek anlatılagelmiştir. Sütunun ve kaidesinin üzerinde, plakaların taşa çakıldığı yerlerde oluşan çivi izleri ve oyuklar rahatça görülebilmektedir.